Pages

1 Şubat 2010 Pazartesi

Kısa Bir Mola


Kısa Bir Mola..

Yaşarken gerçekten de farkına varamıyormuş insan. Ne kadar da doğru söylenmiş oysa; zaman su gibi akıp geçiyor. Hayat kısa bir molayı hak ediyor bazı zamanlar; tıpkı bu sabah gibi.

Saat sabahın altısı, çok değil sadece birkaç saat sonra beni ve bu şehri kaplayacak yoğun bir tempodan uzakta, boğazda; denize karşı oturmuş geçmişimi düşünüyorum. Daha önce de çok erken kalktığım zamanlar oldu farklı farklı sebeplere. Özellikle de altı sene öncesi; lisenin son yılları…

Uyanıyorum, mor bir odadayım; ben boyamışım, üzerimde yoğun bir baskı: Üniversite sınavı. Kalkıp soru çözmem lazım, zaman iyice daralıyor, içim sıkılmış. O zamanlar zaman tersine akıyor sanki, bir türlü geçmek bilmiyor. En çarpıcı örneği dört sene boyunca her gün, günlük tutmamdır aslında. Detaylı bir arşiv gibi gözükse de şimdilerde sayfalarını çevirmeye korkuyor insan, hep aynı konular hakim; kendi ayaklarının üzerinde durma çekimserliği, sınav stresleri, karamsarlıklar, eğitim sistemine karşı duyulan kin v.s. Lise yıllarım sanayi mantığında işleyen bir Teknik Lise de geçti. Ne umutlarla girilmişti halbuki, nereden bilebilirdir ki ilerleyen yıllarda sınav sistemlerinin bu kadar hızlı değişeceği.

Ufak sahil kasabasını andıran bir şehirdeydim. Tek istediğim bir çıkış, artık şehir üstüme üstüme geliyor çünkü. Üç saatlik bir sınav vardı önümde tek ışık görünen. Tam olarak ne istediğimi net belirleyemesem de bir karar verdim; özgürlük olacaktı temelinde hayatın. Bu bağlamda da sadece üniversite değil yeni bir de şehir kazanmalıydım. Öyle de oldu: İstanbul’ u kazandım.

Daha önce de çok kez gelmiştim bu şehre, ama hiç birisi bu kadar anlamlı değildi. İlk bakışlarda inanılmaz kaos görünmesine rağmen, zamanla alıştım bende, bir devlet yurduna yerleştim. Hiçbir zaman çok başarılı bir öğrencilik hayatım olmadı. Üniversite de de böyle oldu; zorunlu olan dersler ve sınavlar dışında pek ilgimi çekmedi. Kampus adamı da olamadım, bir cafe de oturup müzik kutusuna para atarak çay, sigara içmek, kızlarla kesişmek özgürlük sayılmazdı çünkü. Abim vardı yanımda şehrin imkanlarını görmemi sağlayan. Bir gün Yıldız Teknik Üniversitesi nin Dağcılık Külübünde buldum kendimi, orada bulunmam gerektiği hissettim çok yoğun bir şekilde. Her hafta gittim; yeni bilgiler, yeni arkadaşlar edindim. Bir zaman sonra “ Dağcılık “ okuyormuşum gibi oldu. Ama bir alanda virtüöz olma tutkum olmadı hiçbir zaman içimde, sürekli çok çeşitliliğin peşindeydim. Dağcılık devam ederken Dalış Külübü ne başladım. Sonra bir zamanlar yaptığım paten kaymayı buz pistine taşıdım. Kendimce çizdiğim karikatürleri dergilere gönderdim ve bir karakalem kursuna yazıldım. Bunlar da yetmedi AKUT’ a gönüllü üye oldum, internet cafelerde sabahlayıp bilgisayarımı geliştirdim. Şimdilerde ufacık çocuğunun bile sahip olduğu cep telefonu ile üniversite de tanıştım, ilk zamanlarda 10-15 kişi kayıtlıyken ilerleyen zamanda telefon rehberi doldu. İlk üç ay içerisinde bir de işe girdim; ikinci öğretim olduğumdan sabahtan öğlene kadar çalışıyor, daha sonra kimi zaman üniversite de, kimi zaman da kurslarda, kulüplerde oluyordum. Tüm bunlar iki senelik zaman diliminde oldu. Mutluydum, fakat daha da ağır bir stres kalıyordu içimi gitgide; diplomanın mürekkebi kurudukça artan bir stres, hayata karşı ayaklarının üzerinde durma zamanının artık gelmiş olması.

Okulun bitiminin son sınav günü 10 günlük bir izin aldım ve kafamı toplamak için tatile çıktım. İlk üç gün dalış için Gelibolu’ ya gittim. Akabinde programımı aksatmadan devam ettirdim ve 10-12 kişilik bir grupla Doğu Ekspresi ile Kayseri yollarına düştük. Planlanılana göre bir ucu Kayseri’ ye, diğer ucu ise Niğde’ ye uzanan Aladağlar’ a gidiyorduk bir haftalığına. Temelinde Kayseri – Niğde arası trans geçiş yapılması amaçlanan programda birkaç tane de zirve denemesi olacaktı. Ankara’ ya ulaşıp otuz dakikalık mola verildiğinde telefonum çaldı; arayan sınıf arkadaşımdı ve kötü bir haberi vardı. Girdiğim sınavlardan birisinden kaldığımı öğrendim. Bu durum okulumun bir sene daha uzaması demekti. Hocanın beni ve benim durumumdaki birkaç kişiye özel bir sınav yapacağını öğrendim arkadaşımdan. Ne zaman sınav yapacağını öğrendiğimdeyse resmen yıldım: Üç gün sonra sınav olacaktı ve ben uzun bir yolculuğun daha başlarındaydım. İşte bir telefonla zehir oldu bana o mola, zaman durdu sanki. Kompartımanda herkes yorumunu dile getirdi ve bir durum değerlendirmesi yaptık. Üç seçenek çıktı yorumlardan: Birinci grup, okulun en önemli önceliğe sahip olduğunu, dağın her zaman yerinde durduğunu söyleyerek ilk otobüse binip, geri dönüp, ders çalışıp sınavı geçmem doğrultusunda yorumlarını öne sürdü. İkinci grup, okulun her zaman yerinde durduğunu, plana sadık kalmamı ve devam etmemi söylüyor, kim Üniversiteyi sınıfta kalmadan bitirmiş ki diyerek de motive etmeye çalışıyordu. Üçüncü gruptan ise en akıl almaz teklif geldi; bu guruba göre, bir haftalık tasarlanan programı 48 saatte bitirmek, sonrasında ilk otobüs ile İstanbul’ a dönmek, sınav saatine birkaç saat kala okulda olmak ve sınavı geçmek düşünülebilirdi. Otuz dakika molanın sonlarına doğru trenden indim ve bir banka oturdum, kısa bir dejavu ile çocukluğuma döndüm. Yine aynı garda ailemin elinden sıyrılarak kayboluyorum, yabancı bir şehirde iz bilmez, yol bilmez babamın hayatı gözlerinin önünden geçiyor; ya beni bulamazsa? Üstelik otuz dakikalık zaman kısıdı yine geçerli. Sonrasında bulunuyorum, trenin en önüne giden bir çocuk işte, nasıl göründüğünü merak etmiş işte. Birden trenin kalkış uyarısı ile şimdiki zamana dönüp kararımı verdim: yine merak ettiklerimin peşine, kendi doğrularımın arkasında durup sınırları zorlamak için trene geri döndüm ve inanması zor ama üçüncü seçeneği seçtim. Bir arkadaşım da bana eşlik etti ve macera başladı. Hızlı ve zorlu bir faaliyetin ardından ortaya çıkan tablo gurur vericiydi: Bir haftalık planlanan trans Aladağlar programını, bir de zirve yaparak otuz altı saate bitirdik ve Kayseri’ den Niğde’ ye çıkmayı başardık. Dağ evinde rastladığım AKUT’ tan birim başkanımız arabası ile acil İstanbul’ a dönüyordu ve bizi de yanına aldı ve İstanbul’ a hedeflenenden de önce varmış olduk. Sınavdan birkaç saat önce kütüphanede ders notlarını toparlayarak çalıştım ve sınavı geçtim.

Her dakikası ayrı bir hikaye olan bu maceranın sonrasında hayatıma etkisi ve yarattığı zincirleme bağlantılar asıl enteresan kısım diyebilirim. Okulu bitirmenin de sevinci ile akşam Taksim’ de bunu kutlarken yine telefon çaldı; yeni gelişen bir iş sahası olan yaşayarak öğrenmeye dayalı outdoor eğitim sektöründe part time adam ihtiyacı vardı, bir arkadaşım vasıtasıyla çağrılıp gittim. Böylece diğer işimin yanı sıra bu tarz outdoor işlerde de part time çalışmaya başladım. Derken bunların hepsi birbirini izledi. Dağcılığın “ Endüstriyel Dağcılık “ ismi altındaki iş sahasına da girmiş bulundum; o yüksek kulelerde, köprülerde tırmanıp çalışanlardan birisi de ben oldum. Bir çok işi bir arada yürütüyordum; bir yandan outdoor bir derginin editörlüğünü yaptığım gibi diğer yandan da akşamları gittiğim bir spor salonunda kaya tırmanış hocalığı yapmaya başlamıştım. Hatta bir dönem bir gezi şirketinde bile aktif rol aldım. Sanki her şey tren istasyonunda aldığım karara bağlanıyordu. Aladağlardaki o faaliyette çekilmiş fotoğraflarımdan oluşan bir albümü arkadaşlarım ile paylaşırken, hayatıma giren ve ruh ikizim olduğuna inandığım kız ile şu anda evliyim. Asla takım elbise giyip, kravat takarak çalışan plaza insanı olmayı düşünemedim. Bundan da yola çıkarak herkesin hayatının dönüm noktasında yapması gerektiği gibi bende kendi içime kulak verdim. Bu doğrultuda da seçtiğim sektör elbette ki outdoor yaşam tarzımı destekleyici oldu. Bir zaman sonra bu yoğun ve çok kanallı iş temposu beni sabitlenmeye itti ve part time olarak çalışmaya başladığım ilk firmada sorumluluk alarak sabitlendim. Herkesin, özellikle de lise yıllarında kendi gözünde farkındalık yaratan, dikkat çeken bir şey olmuştur. Benimkisi ise Camel Trophy’ di diyebilirim. Şimdiki yaşantımda, o zamanlar hayali kurulan bu outdoor etkinliğe katılıp Türkiye’ yi temsil eden kişilerle tanışacağım hatta bunlardan birisi ile birlikte çalışacağım bana o yıllarda söylense gülerdim herhalde.

İşimi seviyorum diyebilirim; zaten severek yapılmayan işler kişinin kendi kendine yaptığı bir eziyetten başka bir şey değildir herhalde. Kendi seçimleriniz sizi bulunduğunuz noktaya getiriyor sonuçta. Şu anda dağcılık, dalış, yelken, motosiklet, bisiklet, paten v.b. outdoor sporlar, üyesi bulunduğum dernek ve kulüpler hem işimi hem de sosyal yaşantımı oluşturuyor. Beş sene öncesine döndüğümde tüm bunlar çok uzak gibi görünürken, bir beş sene sonrasını tüm bunlara dayanarak şimdiden hayal etmek insanın kendine olan güvenini arttırırken, tüm vücudunu kaplayan bir heyecan uyandırıyor diyebilirim.

İlhan ÖREN

0 yorum:

Yorum Gönder

Söyle,söyle; çekinme...