Pages

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Tayland’ ın Yolları Taştan…


Ölmeden önce yapılacaklar listemde ( Evet gerçekten de böyle bir listem var..:) hep üst sıralarda olmuştur: “Tayland’ a gitmek…” Askerlik sonrası ödül tatili olarak bu sene gündemimize girmişti en sonunda. 8 ay önceden planlayarak uçak ve otel rezervasyonlarımızı yapmış, gideceğimiz günün gelmesini iple çeker olmuştuk. Bu süre içerisinde Berlitz’ in Tayland – Cep rehberini alıp, iyice karıştırarak neredeyse her satırı ezberlemiştim. Öyle ki eşime “ Sen buraya daha önce gelmediğine emin misin?” dedirtecek kadar iyi bir rehberlik performansı sergilemeye hazırdım. Ülkeye gitmeden önce alınması gerekenler arasında bir cep rehberi olmalı diye düşünüyorum; bu açıdan sade ve kolay anlaşılır anlatımı ile Berlitz’ in cep rehberini tavsiye ederim.

Tayland’ a gitmenin pek çok yolu var. Aktarmalı ya da aktarmasız uçuşların ortak özelliği maalesef biletlerin pahalılığı. 6 saatlik zaman farkı yaratan, 10 saatlik uçuşun bedeli çokta ucuz değil. Tek yön bilet fiyatları kişi başı 800 tl ile 2000 tl arasında değişiyor. Ne kadar erken alırsanız o kadar avantajlı elbette. Bizim 8 ay önce millerimizi kullanarak aldığımız biletlerimizi fiyatları 1800 tl iken, 1 hafta kala 3500 tl civarına ulaşmıştı. Uçak biletlerinizi ayarladıktan sonra gerisi kolay, çünkü ülkede yaşam çok ucuz.

Bana göre Tayland’ ta görülmesi gereken 4 şehir var. Bunlar sırası ile Bangkok, Pukhet, Chiang Mai ve Pattaya. Eğer 3-4 haftanızı ayarlayabiliyorsanız her bir şehri doya doya gezmeniz en verimli tercih olacaktır. Çoğu sırt çantalı turistin izlediği yolda bu oluyor zaten. Eğer bizim gibi zamanınız çok geniş değilse 4 gün Bangkok, 4 gün Pukhet yapmayı tercih edebilirsiniz.

Ülkeye gitmeden önce kısa kısa bazı bilgiler edinmek lazım:
— Tayland, Türkiye’ den vize almayan ülkeler arasındadır. Gitmek için özel bir prosedür uygulamanız gerekmemektedir.
— Ülkenin yerel dili Tay dilidir.
— Para birimi Bahttır ve en pratik tl çeviri metodu bahttan 2 sıfır atarak 2 ye bölmektir. Örneğin 100 baht 5 tl dir gibi düşünebilirsiniz. Dolar ve euro daki artış bu hesaplamayı çok az arttırabilir. (Kabaca yapılan bu hesap 1 doların 1.55 tl olduğu kur için geçerlidir.) Türk lirası bozduramayacağınız için yanınızda dolar ya da euro bulundurmanız gereklidir. Ülkede pek çok noktada döviz büroları bulunmaktadır. Havaalanlarındaki büroların kurları biraz daha düşük olabilir. Yanınızda 50 doların altında banknotlar götürmemenizi öneririm; büyük banknotları bozdururken daha yüksek bir kurdan işlem görürsünüz. Kredi kartının kullanımı bizim ülkemizdeki kadar yaygındır.
— Yaşayabileceğiniz her türlü olumsuzluk için 1155’ten Turist polisini arayabilirsiniz.
— Metro, Tren, Göktren, Taksi, Tuktuk, Uzunkuyruk tekneler ve halk botları temel ulaşım araçlarındandır ve ulaşım oldukça ucuzdur. Örn: Halk feribotları 0.2 krş, Metro 0.75 krş gibi rakamlarken taksiler bizdekinin dörtte biri fiyatınadır.
— Gittiğiniz yerlerde ilk olarak turistik bir harita temin edin ve gitmek istediğiniz yerleri işaretleyerek rahatça gezin.
— Ülkede En yaygın dil Budizm’dir. İbadet için kullanılan tapınaklara Wat adı verilir.
Her tapınağın ek bir adı vardır. Bizlerdeki camiler mantığından yola çıkarsak camilere isim verilmesi gibi bir benzetme yapılabilir. Tapınaklarda farklı ebat ve materyallerden yapılmış Budha heykelleri görmek mümkün. Bu heykeller dinlerince oldukça kutsaldır ve farklı ibadetler ile kutsanır. Ülkeden antik Budha heykellerinin çıkartılması kesinlikle yasaktır. Tezgâhlarda sıkça rastladığınız heykellerin mumdan değil de balık kemiğinden yapılmış olduğundan emin olun.
— Ülkeye gidiş sezonu Mayıs-Haziran ya da Kasım-Aralıktır. Bu aylarda yazı yaşayan
Ülkeye gelen turist sayısı artışa geçer, festivaller düzenlenir. Diğer aylarda muson yağmurları hâkimdir. Sabah ve akşam saatlerinde yarımşar saatlik çok şiddetli yağmur görürsünüz. Yerel halk gibi kısa süreli bir yerlerde bekler sonra hayata devam edersiniz. Muson yağmurlarında gitmenin en büyük avantajı, daha az turist olmasıdır. Hiç şüphesiz bu durum fiyatlara da yarı yarıya yansır. Bu açıdan sizde bizim gibi Muson yağmurlarında gitmeyi tercih edebilirsiniz. Yağmurların zevki de bir başkadır.
— Sadece Bangkok’ ta 1000 e yakın Wat bulunmaktadır. Bunlardan en meşhur 6 tanesi
mutlaka görülmeye değerdir:
Wat Arun (Şafak Tapınağı) / 08.30 – 17.30, Wat Po (Uzanmış Budha) / 08.00-18.00, Wat Suthat / 08.30-21.00, Wat Saket / 08.00 – 17.00, Wat Benjamabophit / 08.00 – 17.30, Wat Traimit / 08.00 – 17.00
Her gün açık olan bu tapınaklardan Wat saket dışındakilere giriş ücretlidir. İlk iki tapınak kesinlikle benim favorilerim arasındadır. Tüm tapınakları düzgün bir programlama ile herhangi bir tura ya da rehbere gerek olmadan 1 tam günde gezebilirsiniz. Sadece bir yer gezme imkânınız varsa bu kesinlikle Wat Phra Kaew ve Büyük Saray Kompleksi olmalıdır; bizim Topkapı sarayımız gibi değerlendirebilirsiniz. Tapınakları şort, etek, terlik gibi kıyafetler ile gezemezsiniz. Kıyafetiniz uygun değil ise girişlerden kıyafet kiralayabilirsiniz.
— Bangkok dışında daha eski tapınak bölgeleri görmek mümkün, bu bölgelere
günübirlik turlar ile gitmek mümkün. Ayutthaya (100km)ya da Khorat (250km) bölgesine gidilebilir bu tapınakları görmek için.
— Bangkok gece şovları ile ünlüdür. Özellikle travestilerin ve transseksüellerin sıkça
yer aldığı bu şovlar “Kabare” mantığında sunulmaktadır.
— Günübirlik turların en olmazsa olmazı Yüzen Pazar ile Timsah ve Yılan Çiftliğinin yer
aldığı Hayvanat bahçeleri gezileridir. İskele noktaları ve alışveriş merkezlerinde günübirlik tur düzenleyen firmalar bulabilirsiniz. Her yerde olduğu gibi elbette pazarlık esas…
— Tayland alışveriş için ucuz bir ülkedir. Alışveriş için şehir merkezindeki en gözde
alışveriş merkezi olan MBK’ e ya da hafta sonları şehrin en uzak noktasına kurulan dev Chatuchak pazarını doya doya gezebilirsiniz. Elektronik bizdekinin dörtte biri fiyatına ucuz denilebilir. Sahte ürünler oldukça ucuzdur, şansınıza güveniyorsanız alabilirsiniz.
— Pukhet’ te göreceğiniz gece hayatı ve gece şovları sizi oldukça etkiler.
— Thai masajı yaptırmadan dönmeyin.
— Turistik bölgelere günübirlik ulaşabileceğiniz bolca yerel seyahat acentası var.
Turların genelde kişi başı ortalaması sezonda 120 tl civarlarındayken, düşük sezonda yarı fiyatının da altındadır.
— Tatlı ekşi sosları seviyorsanız Thai mutfağını sevebilirsiniz. Bizim gibi aranız yoksa
yemekleri sossuz almaya dikkat edin. Musluklardan su içmeyin, içecekleri buzsuz sipariş edin.
— Ellerinizi birbirine birleştirip başınızı öne eğmek yaygın bir selamlamadır. Elleriniz
boyun seviyesini geçmesin, başınızı da çok fazla öne eğmeyin.

Artık yola çıkabiliriz…

İlk durağımız Bangkok. THY ile hizmet standartları yüksek, lezzet kalitesi muazzam bir uçuşun ardından sabahın erken saatlerinde Bangkok’ a iniyoruz. Havalimanından çıktığınızda şehrin yoğun kokusu şüphesiz ilk dikkatinizi çekenler arasında olacaktır. Bu kokuyu mutfaktaki karışık yemek kokularına benzetebiliriz. Havalimanına yaklaşık 50–60 km. uzaklıktaki şehir merkezine taksi ile ulaşım mümkün. Şehirde gidebileceğiniz en uzak mesafe olan bu mesafe için otoban paraları ile birlikte 25–30 tl gibi bir rakam ödersiniz. Havalimanında taksiler için bir oda mevcut, oraya gideceğiniz yeri bildirip adisyon verildikten sonra taksiye yönlendiriliyorsunuz. Genel olarak gideceğiniz yerin adını yerel adı ile birilerine yazdırabilirseniz sorunsuz ulaşabilirsiniz. Ya da cep rehberinden görseller göstererek te tarif edebilirsiniz. Benzin fiyatı bizimkisi ile yarı yarıya olduğundan taksiler ucuzdur. Ortalama 4-6 tl ödersiniz.

Şehir merkezinde her bütçeye uygun oteller mevcut. Bazı sokaklarda ellerinde kataloglar ile sizi karşılayan insanların olduğu özel oteller görebilirsiniz Zincir otellerin hemen hemen hepsi şehrin tam ortasından geçen Shao Phraya nehri etrafındadır. Otellerin önlerindeki limanları kullanarak botlar ile ulaşım pratiktir. Otellerin ücretsiz shuttle servisleri de mevcuttur. Genel olarak Göktren ve metroyu da kullanarak pek çok yere ulaşabilirsiniz.

İlk gün öğle saatlerinde otelimize varıyor ve kısa bir dinlenme molası veriyoruz. Evlilik yıldönümümüz sebebi ile Hilton bize harika bir şehir manzarasına sahip bir oda ve küçük sürprizler hazırlamış. Bende 5. yılımızı geride bırakmamız şerefine eşim için hazırladığım 5 küçük hediyeyi sürpriz bir şekilde sunuyorum. Kısa bir dinlenmenin ardından soluğu Şafak tapınağında alıyoruz, Nehir kenarına kurulu, dik ve yüksek basamaklara sahip bu yapı görülmeye değer. Tapınak önünde yerel kıyafetler kiralayarak fotoğraflar çektirebileceğiniz stantlar mevcut. Geleneksel pazarlığımıza burada başlıyor ve bir kostüm fiyatına, 2 kostüm kiralayarak sahneye çıkıyoruz. Sonrasında elimizde kokonatlar, kısa kısa alışverişler eşliğinde Public Boat ları kullanarak nehrin karşı tarafındaki tapınaklara geçiş yapıyoruz. Uzanan Budha’ yı gördükten sonra tuk tuk lar la sıkı pazarlık yapıp alışveriş merkezlerinin olduğu Siam tarafına doğru yola çıkıyoruz. 3 tekerlekli motosiklet olan tuk tuk’ lar taksiye göre daha pahalı. Pazarlık çok önemli elbette. Merkezde trafik olan saatlerde taksi tutmanız biraz zor, bu yüzden tuk tuk kiralamak zorunda kalabiliyorsunuz. Burcu pazarlık sınırlarını zorlayıp ta şoförden “Ben yerel insanları o paraya götürüyorum.” cevabını alınca başladı adama hayat dersleri vermeye. Ülkesini gezip görmeye gelen bir misafir olarak elbette yerel insanların ödediği parayı ödemesi gerektiğini, kazık yerse ülkesinin popülaritesinin azalacağını, misafirperver olması gerektiğini söyleyince taksi ile aynı paraya anlaşmış olduk neredeyse.

Siam bölgesine vardığınızda sizi 2 büyük alışveriş merkezi, sokak arası çarşılar ve tepenizden geçen Göktren bağlantıları karşılıyor. MBK (Mahboonkrong) ve Siyam adında 2 büyük alışveriş merkezi caddede karşılıklı duruyor. Daha büyük olan MBK’ de alışveriş için pek çok çeşit bulunmakta. Her ikisinde de çok şık restaurantlar var. Çok şık restaurantlarda bile kişi başı 10-15 tl vererek yerel lezzetleri tadabilirsiniz. Pizza Hut, Burger King gibi alternatifler. Yerel yemekler damak tadına uymuyorsa Pizza sevmezsiniz; yerel yemeklerin hamura basılmış hali gibi gelebilir size. Burger King gibi yerlerde etler genelde domuz etidir, özellikle sığır eti isterseniz belirtmelisiniz. MBK de, üst katlarda (üst geçitten girdiğinizde, ileride sağda) şu anda adını hatırlayamadığım ilginç bir restaurant mevcut. Q-matic sisteminde numara alıp dükkan önünde Sezercik misali ağzınızın suyunu akıtarak beklediğiniz bu restauranttın konsepti oldukça farklı. Sabit bir ödeme yapıp koltuğunuza oturuyorsunuz. Önünüzdeki raylar üzerinde seyahate çıkmış çeşit çeşit yemekler mevcut. Bunlardan istediğinizi doyana kadar alıp yiyebiliyorsunuz. MBK’ in en üst katı bizdeki Doğubank mantığında elektronikçilerden oluşuyor. Bu tip bir ihtiyacınız varsa buradan giderebilirsiniz. Fakat alacağınız ürünün Türkiye ve Avrupa satışını bilmenizde yarar var; bir de mutlaka test edin. En alt katında ise Terkos mantığında sepet sepet satışların yapıldığı dükkanlar mevcut. Migros ve Teknosa mantığında yerel marketlerden de fiyat kıyaslamaları yapabilirsiniz. Siyam AVM’ nin ana giriş kapısının karşısında dar sokaklarda gece çarşılarını gezebilirsiniz.

Ertesi Gün geri kalan tapınakları gezmek için güne uyanıyor ve sabah kahvaltısında noodlela birlikte pilav yiyerek harekete geçiyoruz. Otelden çıkarken görseli zengin bir ağaç dikkatimizi çekiyor. Ülkenin pek çok yerinde üzerinde renkli renkli bezlerin dolandığı Avatar filmindeki ağaçlara benzeyen bu ağaçları görüyorsunuz. Bu ağaçların içerisinde ruhların ve hayaletlerin yaşadığına inanıldığından yerel pek çok insan ağaçların karşısında tütsü yakma, el çırpma v.b. ibadetlerini gerçekleştiriyorlar. Hikayesini duyunca ilk gördüğümüz andaki kadar sempatik bulmayarak yolumuza devam ettik. Bugün şehrin geri kalanını keşif günümüz.

Öncelikle nehrin kenarındaki River City Alışveriş merkezini turluyoruz. Diğerlerinin yanında oldukça sönük kalan bu alışveriş merkezinin 2 artısı olabilir diye düşünüyorum: birincisi en üst katındaki antikacılar. Gezerken dikkatli olmakta yarar var; yanlışlıkla bir şeyler devirmek istemezsiniz. İkincisi ise bazı günler gerçekleştirilen şovlar; biz oradayken Thai Box dövüşleri vardı mesela. AVM’ den çıkınca nehir kenarlarındaki iskelelerde bulunan acentelere uğruyoruz. En uygun fiyatı Tha Tian iskelesindeki gözlüklü abiden alıyor ve 3. gün Ayuhatta, 4. gün ise Yüzen Pazar ve hayvanat bahçelerine gitmek üzere anlaşarak kaparo bırakıyoruz. Tha Tian iskelesi Şafak tapınağının tam karşısındaki iskeledir. Buradan hareket ile Büyük Saraya geçiyoruz. Yol üzerinde Cuma günleri kurulan bir sokak pazarına rastlıyor ve kısa kısa alışverişler yapıyoruz. Fiyatlar oldukça ucuz. 1.5 tl ye parmak arası terlik, 3 tl ye renkli şapkalar, 1 tl ye şekilli güneş gözlükleri almak mümkün. Aynı zamanda el işçiliğinin okunduğu heykeller ve biblolar alabilirsiniz birkaç liraya.

Pazarın ardından Büyük Saraya gidiyoruz. Tapınak girişleri genelde 3-4 tl iken buraya 15 tl gibi bir rakam ödüyorsunuz. Dilerseniz girişten ücret karşılığı rehber alarak ta gezmek mümkün. Bu büyük kompleks size bakmaya doyamayacağınız kadar görseli zengin işçiliklerle süslü yapılar sunuyor. Genel olarak tüm binaların çatı sistemini çok beğeniyoruz. Civardaki 6 görülmeye değer tapınaklar dizimizi uzun yürüyüşler ile tamamlayarak yine Siam bölgesine geçiyoruz. Siyam AVM’ nin içerisinde bir acente mevcut. Şehrin en meşhur gece şovuna en uygun fiyatlı bileti alabileceğiniz yerin burası olduğunu öğrenince hemen gidip alıyoruz. Kişi başı 20 tl vererek, ilk içkinin dahil olduğu, 5 yıldızlı bir otelin alt katında sahnelenen, ağırlıklı olarak bayan olup olmadığını anlamakta oldukça zorlanacağınız insanların oynadığı strip bir şovu keyifle izledik. Şovdan sonra oyuncular ile fotoğraf çekilmek en zevkli kısmıydı herhalde Şovdan sonra Göktren e çıkıyoruz. Şehrin üzerinden giden bu trenin 2 hattı bulunmakta. Metro ve Kanal hatı ile kesiştiğinden oldukça mantıklı bir seçim. Girişteki haritalardan gideceğiniz yerin kaç numara olduğunu öğrenerek, o numara karşılığındaki ücreti makineye attığınızda, cihaz size bir kart basıyor. Siz de bu kartı okutup geçiyorsunuz. Çıkışta da okutmanız gerektiğinden kartı atmamanız önemli. Yanlış bindiğinizde tekrar kart almadan geri dönebilir, gerekli bozuklukları cihaz yakınlarındaki bankolardan bozdurabilirsiniz.

Ertesi sabah erkenden otelden ayrılarak Ayuhatta’ ya doğru yola çıkıyoruz. Burası en çok merak ettiğim bölgelerden birisi. Araçtaki rehber bize ülkenin geneli hakkında fazlasıyla bilgi aktarıyor. Eğer zamanınız varsa ülkenin bu tip yerlerine tren ya da otobüslerle de gidebilirseniz. Ama sadece 1 günde civar bölgeleri görmek amacınız ise bir tura katılmanız en mantıklısı. Ayuhatta yolu üzerinde Bang Pa-In Palace a uğruyorsunuz. Dev bir doğal park havasındaki bu saray oldukça şık. Kralın kraliçeye şiirler yazdığı gölün ortasındaki çardak benzeri yapı favorimdi. Sarayı kendinizin kullanacağı golf arabaları ile de gezmek mümkün. Bence gerek maddi, gerekse sürekli indi-bindi yapma açısından gereksiz bir hareket. Ayuhatta’ ya vardığınızda eski tapınakların büyüsünden etkilenmemek elde değil. Pek çoğunu yürüyerek gezebilir, dilerseniz filler ile de gezebilirsiniz. Dönüşte büyük tekneler ile yemek eşliğinde seyahat ile kanaldan da şehre ulaşabilirsiniz. Otobüs ile gidiş, gelişe göre biraz daha maliyetlidir. Nehrin pek bir görseli olmadığından tercih etmeyebilirsiniz de. Akşamüzeri şehre vardığımızda hemen metroya ulaşıp soluğu Chatuchak Hafta sonu pazarında alıyoruz. Bu Pazar tüm alışveriş ihtiyaçlarınız karşılayabilecek ucuzlukta bir Pazar. Pazara erken gitmekte yarar var. Kıyafet alırken ikinci el olup olmadığını sormanızda yarar var diyebilirim. İlk ciddi Muson yağmurumuza burada yakalanıyoruz, hatta Türk aklı ile “Ya ne olacak şuradan şuraya koşarız bir çırpıda” diyerek donumuza kadar ıslanıyoruz. Üzerine ben ayağımın kayması ile ciddi bir düşüş yaşıyor ve fotoğraf makinemin UV Filtresini parçalıyorum. Gece yarısı otele vararak uyku moduna geçiyoruz.

Bangkok’ ta 4. ver son günümüzde yine sabahın erken saatlerinde yollara düşüp Yüzen Pazara gidiyoruz. Kanallar arasında ince kanolar üzerinde her telden satışlar yapan teyzelerin bulunduğu bu Pazar alanında, siz de motorlu bir tekne ile ya da yürüyerek belirli alanlarda alışverişe çıkabilirsiniz, hatta isterseniz kürek çekebilirsiniz. Biz yürüyerek gezilen alanda turlamayı tercih ediyoruz. Zaten ürünlerin hepsi aynı, kanaldakilerin daha ucuz olduğu söylense de siz pazarlık gücünüze güvenin. Pazarda yeni lezzet deneyimlerine açık olmalısını: Ben ekmek arası mısırlı kokonatlı dondurma üzerine pirinç pilavının tadını unutamıyorum mesela. Yüzen pazarın ardından Yılan ve Timsah çiftliklerine gidiyoruz. Burada uzun pitonları boynunuza dolayabilir, fil şovları izleyerek fillerin burunları ile sizleri sarmasına izin verebilirsiniz. Timsah şovları da çok keyiflidir, fakat timsahların ağzına kafanızı, kolunuzu sokma işini bırakın işin uzmanları yapsın Burcu’ nun boynuna yılan dolarkenki çığlıklarını hiçbir zaman unutamayacağım.

Akşamüzeri otelden çantalarımızı alıp havalimanına gidiyoruz. Bu sefer taksi yerine tura katıldığımız minibüs ile daha uygun bir fiyata anlaşıyoruz. Ülkenin Pegasus Airlines mantığındaki şirketi ile Pukhet e uçuşumuz var. 1.5 saatlik Pukhet yolculuğunun fiyatı kişi başı 100–150 tl arasında. Sırt çantalı, zamanı bol turistler için Pukhet yarımadasına tren yolu ile de gitmek mümkün. Pukhet te havaalanı şehir merkezine oldukça uzak; ortalama 1 saat gibi bir yolculuk yapıyorsunuz. Tuk tuk ile çekilmeyecek bir yol olduğundan taksi ya da havaş mantığındaki bir servis dışında alternatifiniz pek yok. Servis ile gitmek 2 saate yakın sürdüğünden bir taksi ile anlaşarak 30-40 tl bir ücret karşılığı otelinize ulaşabilirsiniz. Pukhet Hilton’ da da bizi rüya gibi bir otel odası karşılıyor. Eş durumundan Hilton personeli olarak dünyanın her yerindeki Hilton’ larda çok ucuz bir rakam karşılığında kalmak oldukça keyifli

Sabah dünya mutfağından güzel bir kahvaltı sonrası yüzmek için sahile atıyoruz kendimizi. Kaldığımız bölge Karon. Denizi Şile den hallice diyebilirim. Tabi dev dalgaların sizi inci gibi kumlarda oradan oraya savurmasının keyfi de tartışılmaz hiç şüphesiz. Karon a en yakın merkez Patong. Pukhet in asıl merkezi biraz daha içeride kalıyor ve iki merkez birbirine benzer özellikte Akşamüzeri Pukhet merkezden ziyade, gece hayatının daha renkli olduğu Patong Beach’ e geçiyoruz. Pukhette taksi ve tuktuklar çok daha pahalı. Neredeyse bizdeki ile aynı diyebiliriz. Günlük motosiklet kiraları çok ucuz; tek yön taksi parasına kiralamak mümkün. Fakat kaza ve çalınmalara karşı 2000 tl lik kontrat imzalamanız ve pasaport bırakmanız gerekiyor. Bu açıdan biz tercih etmedik; çok sayıda turist tercih edebiliyor.. Patong merkezde dev bir AVM daha var. Mağazalar çok daha lüks, Bangkok’ ta görüpte almayarak içinizde kalan bir ürünü 2 katı fiyatına burada gördüğünüzde üzülebilirsiniz. Bu bölgede çok sayıda masaj salonu bulunmakta. AVM nin alt katındaki masaj salonları eşlerin kocalarını emanet etmeleri açısından, sokak aralarındaki masaj salonlarına göre daha güvenilir bulunabilir. Beni alıp kapalı bir bölmeye götürdüklerinde Burcu’ nun “Where is my husband?” diye gülüşmelerini hatırlıyorum Tüm dünyaya ün salmış Thai Masajını yaptırmadan dönmeyin derim. Klasik Thai masajı size verdikleri keten kıyafetleri giymeniz eşliğinde yapılır. Ufacık kadınların kolunuzu bacağınızı çekiştirerek her yerinizi nasıl kütürdettiklerini gördüğünüzde şaşkınlığınız artacaktır. Bölgesel olarak sadece sırt ya da bacak masajları da yaptırabilir, ya da burun açan, egzotik kokulu yağlı masajlarla tüm kaslarınızı dinlendirebilirsiniz. Masajların saati 10-15 tl dir. Eşlerini yalnız bırakmak istemeyenler için couple masajlarda mevcut. Sokak aralarında daha özel masaj salonlarını görmek mümkün; bu masaj salonlarında masaj yapacak kişiyi seçip içeriye giriyorsunuz Patong’ un en hareketli caddesi Bang La-Road. Bu caddeyi gördükten sonra Dünyanın sex turizmi olarak anılan Pattaya’ nın nasıl bir yer olabileceğini daha iyi anladım. Eminim ki Pukhet’ inde pek geri kalır yanı yoktur. Önü açık barlardaki strip şovlar, yollarda her an sex yapmaya hazır görünümlü kadınlar, kısa kısa sex şovlarından oluşan Go Go şovlar sayabileceğim gece hayatının küçük örneklerinden. Aynı cadde üzerinde yine bolca acente mevcut. Okyanus Balıkçılığı, Silah Atış alanları, Fil turları gibi özel turlar mevcut. Bizimse yapılacaklar listemizde 2 tur var: James Bond Island ve Phi Phi Island turu. Önümüzdeki 2 gün için bu turlara kayıt yaptırıyoruz. Tercihimiz caddenin ortasına doğru solda kalan, Japon ablanın işlettiği tur şirketinden yana oluyor. Yorucu bir gecenin ardından bir tuk tuka atlayıp otelimize dönüyoruz. Buradaki Tuk tuklar bildiğiniz kasalı minibüs aslında. Pek bir esprisi yok bu yüzden.

Ertesi gün James Bond adası turu için yine erken saatte otelden ayrılıyoruz. Bu ada adını James Bond’ un Altın tabancalı adam filminden almakta. Filmin çekildiği yıllardaki doğal zenginliğin aynısı olmasa da yine e denizin ortasında bitivermiş mantar görünümlü kayalar görülmeye değer. Turun en güzel yanı duraklama anlarında kanolar ile mağaralar arasında dolaşabilmeniz. Yüzme anlamında sudaki partiküller sebebi ile çok görsel zenginlikte bulmadık açıkçası, ama teknede sürekli ikram edilen yemekler ve meyveler başarılıydı. Zaten Tayland’ ta geçirdiğiniz süre içerisinde hiç yemediğiniz kadar egzotik meyve yiyorsunuz. Artık ananas kusacaktık son günlerde. Akşam yine merkeze giderek kendimizi gece hayatına bırakıyoruz. Vegas’ ta olan Vegas’ ta kalır derler. Bence Tayland’ ta olan da Tayland’ ta kalır. Ama dikkat edin frengi ve aids orada kalmaz sizinle geri döner

3. günümüzde sıra tüm dünyaya ün salmış Phi Phi Island’ ı görmekte. Bu turda daha çok adacık görme için sürat tekneleri ile gitmek mantıklı. Ama eğer dalgaların üzerinde zıplayarak gitmek bünyenize çok iyi gelmeyecek diye düşünüyorsanız büyük teknelerle de gidebilirsiniz. Sadece Phi Phi Island’ ı gezmiyorsunuz. Beraberinde Monkey Beach, Loh Samah Bay, Vikin Cave ve Pileh Bay i da geziyorsunuz. Özelikle Maymun adasında maymunları ellerinizle beslerken çok eğleniyorsunuz. Su altı, hayallerinizdeki gibi inanılmaz zengin. Dev denizkestanesi ve denizanalarına dikkat edin derim. Turlarda maske şnorkel dağıtılmaktaysa da, siz hijyen açısından kendi ekipmanlarınızı götürmeyi tercih edebilirsiniz. Bu bölgelerde tüplü dalış imkanınız da var. Viking mağaralarında yaşayan balıkçılar yüksek kayaların üzerindeki kuş yumurtalarını toplamak için canları pahasına bir ava çıkarlar. Bu yumurtalardan yapılan çorbaların değerinin yüksek olması yumurta başı 1000 dolar gibi bir getiri getirebiliyor. Phi Phi Island Pukhet in en gözde yeridir. Düşük sezonda, ortalama oda fiyatları ortalama 30 tl ye kadar inebiliyor. Adadan Pukhet merkeze her gün botlarla servis mevcut. Kaya tırmanışçıları için botlarla düzenlenen tırmanış turları mevcut. Geceyi otelde canlı müzik ve bilardo eşliğinde noktalayarak dinlenmeye çekiliyoruz.

Adadaki son günümüzü deniz kenarında evlilik yıldönümümüze özel fotoğraf çekimlerimize, bolca yüzmeye ve veda masajlarına ayırıyoruz. Dolu dolu geçen günlerin ardından sıra yine kürkçü dükkanına dönmekte. Darısı sizlerin başına…

Yolunuz hiç bitmesin…

İlhan ÖREN

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Hani Bitmezdi...?


Sonunda bitti…

Hayatım boyunca bu kadar sabırsızlıkla gelmesini beklediğim bir gün olmamıştır.

157 gündür bir adım gerisinde durduğum hayatıma geri dönme zamanı artık. Vakti zamanında “gurbetim” dediğim, sonralarda hasretim haline gelen şehri İstanbul beni bekliyor. Birazdan kalkacak trenim akşam saatlerinde beni sevdiğime kavuşturacak. Aylardır o tren Haydarpaşa’ yanaşırken camdan sarkıp, meraklı gözlerle nasıl sevgilimi arayacağımın hayalini kuruyorum. Sonunda defalarca yaşanmış gibi hissettiğim bu anın heyecanının yerini huzura bırakma vakti geldi. Şimdi yüreğimi gönderdiğim sürgünden döndürme zamanı…

Askerlik yaşantımı Hazırlık, Acemilik, Geçiş Dönemi, Ustalık ve Gerçek Hayata Adaptasyon olarak sınıflandırabilirim.

Hazırlık Döneminde ilk olarak hayatınızda ilk defa kalmak üzere bir sınava girersiniz. Sonrasında, sonuçlar belli olduğunda her kafadan bir ses çıkmaya başlar. Bunlar çevrenizde daha öncesinde askerlik yapmış kişilerin bireysel tecrübelerine dayalı iyi niyetli olmasına rağmen kafa karıştırıcı yorumlardır genelde: Yeşil iç çamaşırı al, terlik götürmeyi unutma, çengelli iğne hayat kurtarır, banyo çantasını almazsan halin duman, en önemlisi Casio / Casiq F-91W saattir; bak o olmazsa olmaz…v.s….v.s… Sizde karmakarışık bir ruh haliyle, elinize tutuşturulan bir liste eşliğinde kendinizi bir askeri pasajda bulursunuz.Gideceğiniz yer hakkında size en doğru bilgiyi o birlikte daha önce askerlik yapmış erlerin görüşlerini paylaştığı form sayfalarına internet üzerinden ulaşmak verecektir. Aldığınız birçok eşyayı “Askeri istihkak” adı altında size dağıtabilirler ya da sahip olsanız dahi zorunlu olarak aldırabilirler. Yine de ne kadar araştırırsanız araştırın, kendinizi bir anda ihtiyacınız olacak ya da olmayacak bir sürü ekipmanı alırken bulursunuz. O esnada birileri sizin gelişiniz ile ilgili sürdürdüğü gerekli hazırlıkların son rötuşlarını yapmaya devam etmektedir. Yatacağınız 80 x 200 cm.lik ranza sistemindeki yatağını, 40 x 100 cm.lik hayatınızı sığdıracağınız nizamı belirli dolabınız, kalorisi hesaplanmış karavananız, birlikte zaman geçirmekle yükümlü olduğunuz can arkadaşınız, ilerleyen süreçteki eğitim planlamanız başta olmak üzere ileriki dönemde hayatınızda yer tutacak her şey o zamandan belirlenmiştir. Zaten bu dönem sizin hiçbir şey düşünmemeniz üzerine kurulmuş bir dönemdir. Her şey sizin yerinize düşünülmüştür.

Sonra Hazırlık döneminden Acemilik Dönemine geçeriniz. Sizi veda kutlamaları, iyi niyet temennileri ile zenginleştirilmiş seremoniler eşliğinde psikolojik olarak askerliğe hazırlamaya çalışır dostlarınız. Ama siz ne yaparsanız yapın asla hazır hissedemezsiniz kendinizi. Bir tarafınız yarım teslim edersiniz kendinizi birliğinize. Adı budur: Teslim olmak… Ama merak etmeyin, durumun farkında olan, sizi komuta edecek kişiler, yani artık komutanlarınız size gerekli uyarıyı yaparlar: “Hazır ol!...” Artık emir komuta onlardadır. Süreç dâhilinde bu direktif sizi sık sık hatırlamaya çalıştığınız dış dünyanızdan sizi alır ve dâhil olduğunuz yenidünyaya adapte olmanız için sizi hazır eder. Günde ortalama 12 kez sayılmaya, her gün sakal tıraşı olmaya, hafta bir kez saçınızı 3 numara tıraş ettirmeye, sürekli olarak kendinizi değersiz hissetmeniz için yapılan hakaretlere, önünüze ne konursa, ne artarsa yemeğe ya da ne kalmazsa yiyememeye, yarım saat telefon sırası bekledikten sonra sadece 2dk. konuşarak rutin bir şekilde sürekli iyi olduğunuzu dile getiren telefon konuşmalarına kısacası her şeyin sizin için düşünüldüğü şekilde seyrettiği, her an her şeyin olabileceği, düzen içi düzensizliğin hakim olduğu bir dünyaya hazır durumda olmanız itina ile sağlanmaktadır. İlk zamanlar zamanın bir türlü geçmediğini görüyor insan, Şafak diye tabir edilen günler gözünüzde büyüyor. Çetin Altan’ ın bir sözü vardır: “Mutluluk, zamanı unutmaktır.” der. İşte zamanınızın geçmeme sebebi bu cümle ile açıklanabilir.

Şansınız biraz ters giderde benim gibi daha en başında Denetlemeye denk gelecek olursanız bir şeylerin olabilme ihtimalinin yarattığı yansımaların mantık sisteminizi ne kadar zorlayabileceğini de görmüş olursunuz: Birilerinin yemeğe gelme ihtimali saatlerce aç kalmanıza sebep olabilir. Yatmanız gereken kattan birilerinin geçme ihtimali sizin başka bir binada yatmanızı sağlayabilir; üstelik esas binada da yatak başında nöbet tutabilirsiniz. Araç geçiş yolunda bulunmanız sebebi ile saatlerce ayakta “hazır ol” pozisyonunda bekleyebilir, yemin töreninizde gerçekleştireceğiniz 100 m.lik yürüyüşün provasını ayaklarınızın tabanı şişene kadar haftalarca tekrar edebilirsiniz. Soğuk su ile banyo yaptıktan sonra rüzgârlı, soğuk havada bekletilebilir, çamurlu yollardan yürütülebilir; akabinde de hasta olabilirsiniz. Daha sonra hasta olduğunuz için revire gönderilme öncesi ceza ve azarlar işitebilirsiniz. Süreç bitiminde artık istenilen her şeklin verilebileceği kıvama gelir hamurunuz. Bütün bunlar olabilir de, olmayabilir de. Belki de benim gibi Ankara / Etimesgut Zırhlı Birlikler’ de askerlik yapıp yapmamanız ile alakalı olarak şekillenebilir. Sonuçta herkesin hikâyesi farklıdır.

Tüm bunların bitiminde ikinci periyoda takdire şayan bir tören eşliğinde, ailenizin de katılacağı bir yemin ederek geçebilirsiniz. Birkaç günlük evci-l yaşantınızın ardından artık ustalık dönemine geçiş zamanı gelmiştir. Lakin usta olmadan önce kısa bir Geçiş Dönemi girer araya. Bu döneme Usta Birliğinin Acemiliği de diyebiliriz. Çok uzun sürmez sağ olsun; yeni birlikteki insanlarla tanışır, kısa sürede rutine geçiş yaparsınız.

Bu işin ustası olmak için ise yapmanız gereken gayet açık ve nettir aslında. Kendinizi bir tiyatro sahnesinde gibi düşünerek ne rol verilirse en usta oyunculuk performansınız ile sahnelemelisiniz. Bunu becerebildiğinizde günler daha çekilir kıvama gelebilir. Usta Birliğime teslim olduğum günü hatırlıyorum: bavulumun içerisine bana verilen istihkakın yanına nefret, üzüntü, karamsarlık ve gitgide içimi acıtan hasretimi eklemiş ve soluğu M.S.B. Harita Genel Komutanlığı’ nda almıştım. Acemi birliğime teslim olurken kapıda “Cehenneme Hoş geldiniz.” dediklerini hatırlıyorum. Tam da yeni bir cehennem adım attığımı düşündüğüm sırada Nizamiye kapısındaki erin “Birliğimize Hoş geldin.” demesi ilk şaşkınlığımı yaratmıştı. İlk şaşkınlığım diyorum çünkü katıldığım bu yeni birlikte bazı önyargılarımın da kırıldığını itiraf etmeliyim. Benim ustalığımda Denetlemeler yine peşimi bırakmadı; 4 aylık ustalık dönemimde 2 denetleme gördüm. Atış takımı, Spor Takımı, Eğitim Takımı, GEP Yazıcılığı ve Hazır Kıta gibi roller aldım ve en iyi şekilde sahnelemeye çalıştım. Askerlik hayatım boyunca G3, M1 ve AK 47 olmak üzere üç farklı silahım oldu. 86 el atış yaptım, Artık saymaktan usandığım kadar barfiks, şınav ve mekik çektim. Uzun ve yüksek atlamalar yapıp, 100m. ile 2400m. koşular ile geçirdim günlerimi. 60 adet nöbet tutup, 45 adet nöbetçi onbaşılık yaptım. 3 ay gibi bir süre Hazır Kıta da yer aldım.

Er, Onbaşı ve Çavuş olup kariyer basamaklarını hızla tırmandığım toplam süreçte kendime ne katabildiğimi sorgular oldum. Verebildiğim en net cevap hiç şüphesiz “Okumak” oldu. Toplamda 6080 sayfayı bulan 26 adet kitap bitirdim, notlar aldım, yazılar yazdım. Hayata dair aradığım cevapları buldum sayfalar arasında, hedefler belirledim ve planlar yaptım. İçe dönük bu sürecin benim için hiç şüphesiz tartışılmaz bir önemi oldu.

Halen askerliğini yapmayan adama kız verilmediği yerler var. Askerliğin insanı adam ettiği düşüncesi akimdir genelde. Kimisi için doğru olabilir; ilk defa büyüdüğü köyünden, şehrinden çıkıp gurbete gelen, ilk defa sosyal bir ortama dâhil olan insanlarla tanışıp farklı kültürler paylaşıyorsunuz. Aynı kıyafetleri giyip, aynı karavanadan yemek yiyor ve eşit şartlar altında önyargısız iletişimi tadıyorsunuz.

Evet, birazdan kalkacak tirenim beni akşam saatlerinde sevdiğime kavuşturacak. Sadece sevdiğime değil, beni bana da kavuşturacak hiç şüphesiz. Geçirdiğim zaman süresince askerlik hayatıma değer katan dostlarım olacak bu nostaljik yolculuğumda. Keyifli sohbetler ile geride bırakacağız o günleri. Sırada Gerçek Hayata Adaptasyon süreci var. Bu süreçte de hayatımın anlamını yücelten sevdam ve beni bekleyen dostlarım yer alacak diye düşünüyorum. Umarım hızlı geçer.

Evet, sonunda bitti; dönüyorum…

<!--[if gte mso 9]> Normal 0 21 false false false TR X-NONE X-NONE MicrosoftInternetExplorer4

13 Şubat 2011 Pazar

Aşk ve Hayat Tesadüfleri Üzerine...



Kısa bir süre sonra, askerlik görevim sebebi ile hangi şehirde uyanacağımı ve ne kadar süre ile o şehrin havasını koklayacağımı bilmediğim günlerden birinde, sevgilim ile birlikte bir sinema salonundayım. Film öncesi izlediğim bir fragman ilk cümlesinden itibaren içime işleyerek beni etkiledi:

"Bazen ilk görüşte bilirsin, o insan senin kaderindir. Bazen bir ömür ararsın, BULUNMAZ."

Genelde hayal kırıklığına uğramamak için çok fazla beklenti yaratmadan film seyretmeyi tercih ederim. Fakat filmin mutfak ekibine baktığımda, kaliteli bir film izleyeceğinizi hissetmemeniz mümkün değil. Nuran Evren Şit Erdik kaleme aldığı filmin senaryosu gerçek hikayelerden harmanlanarak hazırlanmış. Filmi çeken Ömer Faruk Sorak ve ekibi, oyuncular da Mehmet Günsür , Belçim Bilgin Erdoğan , Altan Erkekli , Yiğit Özşener , Ayda Aksel , Şebnem Sönmez , Hüseyin Avni Danyal , Yılmaz Gruda... gibi usta isimler olunca beklentiniz gittikçe artıyor. Hemen sevgilimin kulağına eğilip: "Bu filmi izleyelim aşkım..." diye fısıldadım. Filmin fragmanı bile beni etkilemeye yetmişti.

Ankara' dan İstanbul' a uznan, tesadüflerle renklenmiş bu dramatik aşk filminin vizyon tarihini öğrenmem ile, askerliğimi yapacağım yerin belli olması aynı güne geldi. Ne tesadüftürki altı ay süre ile ben de Ankara' da olacaktım.

İki ay sonra filmin vizyona girmesi ile eşimin Ankara' ya beni evci iznine çıkartmaya gelişi aynı tarihe denk geldi ve eşimi koluma taktığım gibi, büyük bir heyecan ile beyaz perde de aldım soluğu.

Gözümü bile kırpmadan büyük bir beğeni ile izledim filmi. Filmden karmaşık duygular ile çıktım; daha doğrusu çıkamadım, bir süre otutup düşündüm filmin mutfak kısmını incelerken. Hiç bitmesini istememiştim çünkü. Çok bizden bir hikaye, çok içten bir şekilde aktarılmıştı. İtiraf etmek gerekirse özellikle birkaç sahnede çok gözyaşı döktüm. Bana kendi geçmişimden anımsamalar yaptıran bu sahnelerde anlatılanları eminim bir çoğumuz yaşamışızdır.

Eğer sizde benim gibi gözyaşlarınıza hakim olamazsanız, sebebini öğrenmek için kendi ruhsal derinliklerinizde kısa bir gezintiye çıkmanız gerekecektir:

-Mehmet Günsur' un canlandırdığı Özgür karakterinin başkaldırışları ve baba ocağından kapıyı çekip çıkması beni yıllar öncesinde, üniversite yıllarımın başlangıcındaki isyankarlıklarıma götürdü.

-Babamın ve abimin söyleyemediklerini Altan Erkekli'nin hayat verdiği babanın ses kaydından dinledim.

-Özgür şehri terketmek için koştuğunda, ben Çanakkale' den İstanbul' a gelmek için bindiğim otobüste vapur ile boğazı geçerken uzun yıllar ayrı kalacağım şehrin ışıklarını seyrediyor ve beni bekleyen gurbet hayatına "Merhaba..." diyordum.

-O otobüs Tekirdağ' dan geçerken çok sonra tanışarak evleneceğim kadın, benden habersizce Belçim Bilgin Erdoğan'ın canlandırdığı Deniz karakteri misali oradaydı.

-Ve filmde beni bitiren söz şimdiki İstanbul yaşantımı çok net bir şekilde ifade ediyordu: " İstanbul başkasının çocuğu gibidir; gülünce seversin, ağlayınca bırakıp kaçmak istersin..."

Kendi hayatımdaki tesadüflerin bana yaşattığı duygular eşliğinde içinde kaybolduğum bu inişli çıkışlı filmdeki oyunculukları çok başarılı buldum. Bir başkası oynasa olmazmış dediğim oyuncuların her biri sanki bu rol için yaratılmış, kendi hayatlarını sergiliyorlar gibiydiler. Hele çocuk oyuncuların büyüklerden rol çalan o harika performansları mutlaka görülmeye değer. Hatta küçük kızımızın gülümsediği o harika poz çerçevetilip her evin duvarına asılmalı diye düşünüyorum:)

Özgün senaryosu ile benden tam not alan filmde oyuncuların yanı sıra, kullanılan mekanlar, zaman geçişleri ve kullanılan müzikler (Özellikle de müzikler..) çok başarılıydı. Filmde Bülent Ortaçgil' den de bir şarkı seslendiren Mehmet Günsur bu parça için Ortaçgil ile epey çalışmış. Tam yerinde giren yaylılar hikayenin üzerinizdeki etkisini daha da güçlendirmiş.

Henüz film çıkmamışken fragmandan yola çıkarak Yann Samuell' in yazıp yönettiği Love Me If You Dare - Cesaretin Var Mı Aşka? filmine benzetilmesini de fazlasıyla ön yargılı bulduğumu da belirtmeliyim. Filmde çok fazla tesadüflerin olması yönünde olumsuz eleştiride bulunanlar ise sanırım filmin ismine bakmadan seyretmeye gitmişler: "AŞK TESADÜFLERİ, SEVER!"

Çiftlerin gitmesinin büyük cesaret istediği bu filmden ne mutludur ki biz tam not alarak çıktık. Bizim sevdamız çocukluk yıllarına dayanmasa da içimizdeki çocukların bize yaşattığı oyun arkadaşlığı bu açığı kapatıyor diye düşünüyorum. Sekiz senedir, onun her elini tuttuğumda duyduğum heyecan, göğsüme her başını koyduğunda tattığım huzur, daha ilk günden benim için seçilmiş insan olduğunu düşünmemi fazlasıyla doğruluyor. "Bazen ilk görüşte bilirsin, o insan senin kaderindir..." Çok şükür saçma sapan platonik aşklar peşinde fazla koşmadan girdi hayatıma dedim filmden çıkınca kendi kendime...

İlişkilerin sorgulandığı: Aşk nedir; kişilerde ne gibi duygular uyandırır, ne zaman ve niye monotonlaşır, gerçek Aşkı bulduğumuzda; sahte yaşanmışlıklar bize ne hissettirir, insan sevdiği için neler yapabilir?.. gibi sorulara cevap bulabileceğiniz bu filme sevgiliniz ile gittiğinizde birbirinizden ayrılabilir, ya da birbirinize daha da tutku ile bağlanabilirsiniz. Onun için birlikte gitmeden önce iyi düşünmekte yarar var.. Eğer sevgiliniz yoksa da gidebilir; filmden çıktıktan sonra sabırsızlıkla kendi tesadüfünüzü bekleyebilirsiniz.

İlhan ÖREN

23 Kasım 2010 Salı

Değişmeyen Güzellikler

Doğa sporlarında çok tartışılan bazı tabular vardır: Demokrasi olmaması, bireysel yerine ekipsel hedeflerin var olması gerektiği, limitlerin net bir şekilde ortaya konularak belirlenen sınırlara uyulması v.b. Yaklaşık 10 senedir bu tip tartışmaları en minimal seviyede yaşadığım partnerim Fatih ile bir kez daha Niğde – Aladağlar’ ın yolunda bulduk kendimizi.

Öğrencilik yıllarında başlayan iş yaşamım sebebi ile hiçbir zaman, zaman sınırlaması olmadan özgürce dolaşabildiğim faaliyetler yapamadım. Maalesef bu faaliyette de zamanımız kısıtlı; Ramazan bayramının sadece 3 gününü ayırabildik faaliyet için. Amacımız; klasik rotadan Büyük Demir Kazık Zirve yapmak. Fatih’ in farklı mevsim koşullarında daha önce 2 kez yaptığı zirveyi tam 1 sene önce bir kez de birlikte denemiş, fakat kötü hava koşulları sebebi ile tamamlayamamıştık. Elimizde yarım kalan faaliyet videoları ile geri dönmüştük.

Bu seneki amacımız bir önceki yıl ile bir köprü kurmak oldu. Havanın patladığı güne kadar olan çekimler ile bu seneki çekimlerimizi birleştirmek ve “Dağ hep orada, limitlerinizi bilerek hareket etmeli ve durmanız gereken yerde durmasını bilmelisiniz.” söylemini bir kısa film ile birleştirmek arzusundaydık.
Yine bir bayram sabahı Niğde Merkez’ deyiz. Bayram ziyaretleri sebebi ile anne-babasının elinden tutmuş, renkli bayramlıklar içerindeki çocuklar yollarda bir kez daha. Biz de Salim Abi ile bayramlaşmak için Çamardı minibüsünde yerimizi aldık. Hınca hınç bir 45 dk. sonrasında Salim abinin güler yüzü ve misafirperverliği ile oldukça motive olduk. Salim abi uzun zamandır sadece traktörcü olmaktan çıkıp aileden birisi gibi olmuştu hayatımızda. Kendisi ve ailesi ile biraz sohbet ve ev baklavası tadımının ardından Sokullu’ ya kadar sürecek 40dk. lık traktör yolculuğumuz başladı.

BDK klasik oldukça uzun bir zirve rotası olması sebebi ile kamp alanı planlamasının iyi yapılması gereken bir faaliyet. Biz de geçen sene yaptığımız gibi Kızılkule’ nin önünde Narpuz boğazı girişine kamp atarak zirve yürüyüşünü biraz daha kısaltmayı hedefliyorduk. Bu sebepten Sokullu’ daki Sobek’ in kampında bulunanlara Narpuz’ da su olup olmadığını sorduk. Daha önceki tecrübelerimizden o bölgede çok az da olsa kamp alanına 10 dk. uzaklıkta bir su kaynağı olduğunu biliyorduk. Halen su bulunduğu yönünde geribildirim alınca bizde kampı Narpuz boğazının girişine kadar taşımaya karar verdik.

Kamp yükü ile Narpuz’ a varmamız ortalama 1 saat 15dk. ımızı aldı. Kampı kurduktan sonra su depolamak için su kaynağına yürüdük. Kaynağa vardığımızda suyun akmadığını görünce tüm umutlarımız yıkıldı. Tekrar Sokullu’ ya inmemiz durumunda gereksiz bir 3 saat kaybedecek ve zirve yolumuzu daha da uzatacaktık. Bu durum Sobek Kampındakilere bundan sonra güvenmememiz yönünde bize bir ders oldu. Yanımızda toplam 6 lt. suyumuz bulunuyordu. Suyun 3lt. sini ertesi güne ayırdık ve kalanını gece yemek ve sabahki kahvaltıda kullandık.

Sabah sa 06.00 gibi uyandık ve kahvaltı sonrası akşamdan hazırladığımız zirve çantalarımızı alarak yola koyulduk. Yanımızda kişisel teknik ekipman ( Karabina, ekspres, emniyet kolunu, kask ve baton ) haricinde 6 adet sikke, 1 adet çekiç, 30mt. ip, ilkyardım çantası, yedek kıyafet, yiyecek ve içecek bulunuyordu.
Yükümüz çok ağır olmadığından seri hareket edebiliyorduk. Amacımız öğleden önce Kızılçarşak’ ı geçerek Külah’ ın altlarına gelebilmekti. Narpuz Boğazının Kayalık etabını 45 dk. da geçtik. Kızılçarşak’ a ise + 1.5 saatte ulaştık. 15dk. lık kısa bir mola ardından sa: 09.00 gibi Kızılçarşak’ a girmiştik. Kızılçarşak’ ta Karayalak gibi, daha doğrusu tüm çarşaklar gibi yürüyen merdivende ters çıkma edasıyla çıkıldı.

2 saatte çıktığımız Kızılçarşak sonrası sa: 11.00 da 30 dk. lık bir yemek molası verdik. Külaha vardığımızda sa: 12.00 dı. Tüm külah çıkışı 5 saati buldu. Bize en çok zaman kaybettiren etap ta burası oldu aslında. Normalde hiçbir emniyet alınmadan direkt tırmanış ile 2-2.5 saatlik bir çıkış süresi olan bu etabın bu kadar uzun sürmesi ise benim her noktada emniyetli hareket etmek istememizden kaynaklanmıştı. Hat boyunca hemen birkaç metre sağımızda kalan 500 mt. lik Doğu duvarının yarattığı tedirginlik bazı limitler konusunda beni oldukça düşündürdü. Açık konuşmak gerekirse İpte olduğum sürece hiçbir sorun ya da tedirginlik olmamasına rağmen, ipte olmazsam düz yolda dahi yürüsem yanımda uzanıp giden 500 mt. lik bir uçurumun olması breni biraz ürkütmüştü. Fatih bu duruma anlayış göstererek dönüş alternatifi sundu, fakat belden emniyet alarak ilerleme konusunda karar aldık. Böylece yer yer belden emniyet alarak, yer yer de önden Fatih’ in yükselmesi ile üstte bulunan sikkelerden emniyet alarak külahın çıkışını tamamladık.

Bizi zorlayan temel unsur ise susuzluk oldu. Mevsim normali dışında yaz şartlarında bir hava ile karşılaştığımızdan ve kısıtlı suyumuz bulunduğundan dehidrasyon sınırlarında ilerliyorduk. Zirvede 20 dk. lık kısa bir mola sonrası inişe geçtik. Hava kararmadan külahtan inmek zorundaydık. Aksi halde riskler artacağından gecelemek gerekebilirdi. Suyumuz kalmadığından böyle bir riske giremezdik. Bir an önce kampa ulaşıp, toplayarak Sokullu’ ya inmeliydik.

İnişte yaşadığımız en büyük sıkıntı ipimizin 30 mt. olması sebebi ile oldu. Hat boyunca 4 adet sikke vardı ve sikkeler arası mesafe 50mt. çit ipe göre ayarlanmıştı. Bu noktalarda önden ben tek ip iniyor ve sonlarda ipten çıkarak sırtımı kayalara vererek hafifçe bir sonraki sikkenin yanına iniyordum. Ardımdan da Fatih çift ip inerek daha kısa bir noktada ipten çıkmak zorunda kalıyor ve aynı yöntem ile yanıma geliyordu. Özellikle son iniş bizi epey yıprattı.

1 - 1.5 saatte inebileceğimiz külahı bu sebeplerden dolayı 3 saate yakın bir sürede inmiştik. Külahtan çıktığımızda hava da kararmıştı. Külahın ortalarında ışıklarını gördüğümüz bir ekip ise havanın kararması sebebi ile külahta gecelemeyi tercih etmişlerdi. Sa: 20.00 gibi külahtan ancak çıkabilmiş ve Kızılçarşak’ ın yolunu tutmuştuk. Hava kararması sebebi ile mümkün olduğunca işaret babalarını takip etmeye çalışıyorduk, böylelikle yanlış bir kulvara girme ihtimalimiz de azalıyordu. Bir yerde yolumuzu şaşırmamız sonucu Kızılçarşak’ a 100mt. daha üstten bir yoldan bağlandık.

Kızılçarşak’ ı kayalar ile birlikte kayarak 15 dk. gibi kısa bir sürede indik. Bazı yerlerde kayalar çığ gibi aktığından durup beklememiz gerekiyordu. Çarşaktan çıktığımızda suyumuz komple bitmişti. Sadece dibindeki kalıntılardan dudaklarımızı ıslatabiliyorduk. Bu durum oldukça moral bozucu olsa da inancımızı kaybetmeden ilerlemeye devam ettik. Sa: 23.30 gibi kampa vardığımızda artık boğazımız kurumuş durumdaydı, dehidrasyonun da etkisi ile tek istediğimiz uyumaktı. 1 saatlik kısa bir uyku sonrası biraz daha dinç uyandık ve hızlıca kampı toplayarak Sokullu’ ya inmeye başladık. Her ne kadar hızlı hareket etmeye çalışsak ta yorgunluk ve susuzluktan adımlarımız gitgide ağırlaşıyordu. 30 – 40 dk. da inebileceğimiz yol toplamda 2 saat sürdü.

Sokullu’ da tekrar kamp kurarak doyasıya suyumuzu içtik, yemek yiyerek sıcak sıvı aldık. Böylelikle ertesi günün bitkinliği azalmış oldu. Yattığımızda neredeyse yürüyüşe başlayalı 24 saat olacaktı. Karşılaştığımız şanssızlıklar sonucunda ortak fikrimiz kulübün öğretilerinin önemi ve partner uyumunun gerekliliği oldu. Hiç kesintisiz öğlene kadar uyuduk ve geceden sözleştiğimiz üzere öğlen Salim abinin bizi alması ile köye indik. Aynı gece dönüş için Niğde’ ye inerek Arısoylar’ da güzelce bir yemek yedik ve çantamızda Salim abinin elmaları ve Niğde gazozlarımız ile dönüş için yola çıktık.
Sabah saatlerinde yorgun fakat keyifli bir şekilde kürkçü dükkânında bulduk bir kez daha kendimizi.

İlhan ÖREN

Süreler:

Sokullu’dan Narpuz Girişine yürüyüş – 1 saat 15 dk.
Narpuz Boğazı Kayalık Etabını Geçiş – 30 dk.
Narpuz Çıkışından Kızılçarşak – 1 saat 30 dk.
Kızılçarşak – Külah Girişi – 2 saat
Külah’ ın çıkılması – 5 saat
Külah’ ın inilmesi – 3 saat
Külah’ tan Kızılçarşak ‘ a inilmesi – 1 saat 15 dk.
Kızılçarşak’ ın İnilmesi – 15 dk.
Kızılçarşak’ tan Kamp Alanına Varış – 2 saat dk.
Ekipman:
1 adet 5 mevsim Çadır, 30mt. ip, 6 adet sikke, 1 adet çekiç, Emniyet Kolonları, Karabinalar, Perlon Bantlar, İlkyardım Çantaları, Kişi Başı 4lt. su, bütan propan ocak, tencere seti ve mutfak malzemeleri ile kişisel malzemeler

Ekip: Fatih BALCI - İlhan ÖREN

Faaliyet Süresi: 9 – 11 Eylül / 3 gün

Dipnotlar:
Sobek Kampındakilere güvenme,Narpuz da ki su kaynağına güvenme, sadece partnerine güven:)

1 Kasım 2010 Pazartesi

Gezentiler Ege Yollarında

Hordan Hori Gada yolumuz vaa…

Yapılacaklar listesinde sıra geldi Sevgili ile Ege Turu’ na. Berrak suları, dingin yeşili, cennet koyları, tebessümü eksik etmeyen şivesi ve her köşede karşınıza çıkacak sıcak insanları ile Ege yollarına düşme vakti gari. Zamanımız kısıtlı olmasa kuzeyden güneye tüm egeyi turlamak isterdik elbette. Maalesef sadece 6 günümüz var ve gezebildiğimiz kadar yer gezmek, görebildiğimiz kadar yer görebilmek yine temel hedefimiz.

Çanakkale’ li olmanın verdiği avantaj ile daha önce ziyaret ettiğimiz Bozcaada, Gökçeada, Gelibolu, Assos, Truva ve Altınoluk’ u listeden çıkartıyor ve kalan kısmı da en verimli gezilebilecek şekilde programlamak adına Ayvalık – Kuşadası ve Bodrum – Fethiye şeklinde ikiye ayırıyoruz. Bu seyahatimizde ilk kısmı tamamlamayı hedefliyor ve Kuşadası’ na kadar sürecek olan yolculuğumuz Ayvalık’ tan başlatıyoruz. Rotamız belli, araştırmalar yapıldı, kalacak yerler ve gün gün tatil programı yapıldı. Ayvalık, Cunda, Eski ve Yeni Foça, Urla, Karaburun, Çeşme, Alaçatı, Efes, Şirince ve Kuşadası bizi bekleyen duraklar arasında.

Arabamızı gün öncesinden hazırlayarak iş çıkışı hemen yollara düştük. İstanbul’ dan Ayvalık’ a gidiş 3 alternatifiniz bulunmakta. İlk tercih en uzun yol olan Çanakkale üzerinden gidiş. İkinci tercih körfezi dolaşarak Bursa üzerinden gitmek, üçüncü tercih ise deniz otobüsleri ile Bandırma, Yalova ya da Topçular’ a geçiş ile Balıkesir yolunu takip etmek olabilir. Biz de Pendik’ ten Yalova’ ya geçmeye karar verdik.

İlk durağımız olan Ayvalık’ ı 20 km. uzunluğundaki plajları ile ünlenmiş Sarımsaklı Bölgesi, Merkez Kısmı ve Cunda adası olarak üçe ayırdık. Sarımsaklı; yazlık beldelerin ve tatil köyü tadındaki tesisleşmelerin yoğun bulunduğu bir bölge. Cunda adası merkeze 10 km. uzaklıkta kara ile arasında Türkiye’ nin ilk boğaz köprüsü diye geçen köprü bağlantısı bulunan bir ada. Maalesef popülaritesi sebebi ile konaklamadan yeme-içmeye fiyatlar normalin üzerinde kalıyor. Merkez ise, dar sokakları, doğallığı bozulmamış mimarisi, huzur verici manzarası, otantik havası ve birbirinden şirin pansiyonları ile öne çıkan, bizim de konaklama için tercih ettiğimiz yer oluyor.

Akşam saatlerinde vardığımız Ayvalık tahminimizden daha küçük, fakat bir o kadar da sıcak bir sahil kasabası olarak karşımıza çıktı. Yolun verdiği yorgunluğa Ayvalık’ ın dar sokaklarına yaşadığımız otopark çilesi de eklenince pek hoş olmayan bir başlangıç yaptık. Zorunlu otopark yaptırımlarına karşı birisi olarak gecelik talep edilen 20 tl lik fahiş ücrete, sarhoş otopark görevlileri ile daha fazla muhatap olmak istemediğimizden tek seferlik katlandık ve pansiyona doğru yola koyulduk.

Konaklayacağımız yer “İstanbul Pansiyon” adında şirin sahipleri olan, restore edilmiş şirince bir Rum eviydi. Telefondaki içten yaklaşımı ve misafirperver ses tonu ile Çiçek Hanım ve eşi mekâna hayat veren çift olarak karşıladılar bizi. Yeni açılan pansiyonumuzun sahipleri de yeni evli diyebileceğimiz sıcak bir çift. Odalar küçük, fakat doğal havasında bırakılmış. Lavabo ve duşlar ortak kullanımda, kahvaltı ve çay saatlerinde değerlendirebileceğiniz hoş bir de bahçesi mevcut. Ben pek hoşlanmasam da meraklısı için belirteyim; bir de zıpır kedileri mevcut. Pansiyona yerleştikten sonra üzerimizdeki gerginliği sahilde Türk kahvelerimizi yudumlayarak attık çok şükür. Ayvalık’ ta geçireceğimiz 2 gecemiz var.

Sabah erkenden kuş sesleri ile uyanıyor ve gıcırdata gıcırdata indiğimiz ahşap merdivenlerden, örme taş duvarlar ile çevirili, yeşillikler arasında huzur verici bahçemizde kurulu kahvaltı soframıza ulaşıyoruz. Ege’ nin dillere destan zeytinyağı ile taçlandırdığımız kahvaltı sofrası ile güne güzel bir başlangıç yapıyoruz.

Kahvaltı sonrası referans üzerine kafamızı dinleyebileceğimiz bir tekne turuna çıkmak üzere yürüme mesafesinde kalan sahile iniyoruz. Sahil şeridinde çok sayıda kiralık tekne mevcut. Genel olarak ta konseptleri benzer: sabah saat 10.00 gibi denize açılarak 4-5 adet koya uğruyor, yüzme ve yeme-içme molaları veriyorlar. Dönüşte ise Cunda adasına yanaşarak kısa bir gezi molası ile günü noktalıyorlar. Tüm teknelerin sahil şeridinde kayıt masaları mevcut. Fiyatları 17.5 tl ile 25 tl arasında değişiyor. En ayırt edici özellikleri; müzik ve eğlence hizmetleri. Ağırlıklı olarak bangır bangır piyasa müziklerinin çaldığı tekneler sektöre hakim olsa da bizim gibi sakinlik arayan kişiler için de hizmet veren tekneler mevcut. Kayıt yaptırırken bu detaya dikkat etmeniz de yarar olacaktır.

Her gittiğiniz koydan kolay kolay ayrılmak istememenize rağmen, bir sonraki koyun bir öncekinden daha çekici geleceğini de unutmayın. Tüm yüzme molalarında maske, şnorkel ve palet eşliğinde su altı güzelliklerinin içerisinde kaybolduğumuz tekne turumuzun öğle yemeği beni gerçekten mest etti. Günün taze balığının “Sınırsız Yemek” konseptinde servis edilmesi sonucu yüzgeçlerim çıkacak kadar balık yediğimi hatırlıyorum.

Akşamüzeri Cunda’ ya yanaştığımızda adayı keşif için 1 saatimiz vardı. Hemen meşhur sakızlı dondurmasını elimize alarak sokak aralarına daldık ve tarihine dokunulmamış yapılar içerisinde kısa fotoğraf molaları ile ilerleyerek tepe noktasındaki mevcutta cafe olarak hizmet veren Değirmene ulaştık. Sonrasında da kalan zamanımızı çarşı kısmını gezerek değerlendirdik.

Saat 17.30 gibi Ayvalık’ a döndükten sonra semt pazarını gezip, Şeytan Sofrasına geçtik. Şeytan Sofrası Ayvalık’ taki tüm da takımlarını görebileceğiniz hakim bir tepe üzerine kurulmuş. Adını tepe üzerinde bulunan, içerisinde şeytanın ayak izi olduğu söylenen üstü demir kafes ile kapalı bir çukurdan alıyor. İnsanların bu çukura para atarak dilek tutmalarını hala anlayabilmiş değilim. Herhalde satanistlerin dilek kuyusu gibi bir anlam yüklenmiş olsa gerek:) Harika manzarası ve huzur verici gün batımı ile çaylarımızı yudumladıktan sonra kızarmış lokma molası sonrasında pansiyonumuza geçmeye hazırlanıyoruz. Tam o esnada sandalye altından çıkmış bir çivinin ayağıma saplanması ile ayağımda şiddetli bir acı ile irkildim. Kirli kanı akıtma ve yarayı temizleme işlemlerimiz sonrasında hastaneye gitmeye gerek duymayarak yolumuza deva ettik. Her ne kadar biz hastaneye giderek tetanos aşısı vurdurmak istemesekte kaderden kaçılmayacağını ilerleyen saatlerde görmüş olduk.

Akşam pansiyonda yan odamızda kalan iki İngiliz kız kardeşten birisi feryat figan yanımıza geldi ve kardeşini akrep soktuğunu söyledi. Apar topar kendilerini hastaneye götürdük. Akrep serumunu bil bilmeyen, soğuk-sıcak kompres farklılığını da tam idrak edememiş bir devlet hastanesinde ilk müdahale yapılırken, bende hesapta olmayan bir şekilde hastanede olmanın verdiği şaşkınlıkla tetanos iğnemi oldum. Tetanosun 15 gün süre ile vücutta kuluçkaya yattıktan sonra geri dönüşü olmayan ve direkt olarak ölüme sebebiyet veren bir mikrop olduğunu benim gibi sonradan öğrenenlere hatırlatmakta yarar olacaktır.

Ertesi sabah aynı zamanda Ayvalık’tan Foça’ ya geçeceğimiz gün. Merkezi yürüyerek rahatça dolaşabilmeniz için turistlere yönelik hazırlanmış ücretsiz temin edebileceğiniz bir el haritası mevcut. Biz de öğlene kadar adım adım tarihin karşımıza çıktığı bu merkezi gezmenin keyfini çıkarttık. Ben en çok dingin avlusu ile Aynalı Camiyi beğendim. Ayvalık insanı tam bir keyif ve siesta düşkünü olarak kaldı aklımızda. Ramazan ayı olmasına rağmen sokaklarda ve kapı önlerinde bira içip çekirdek çitleyen ev hanımları bizi epey şaşırttı.

Öğleden sonra Sarımsaklı üzerinden Foça’ ya doğru yola çıktık. 2 saatlik bir yolculuk sonrasında Foça’ ya vardık. Foça; Eski ve Yeni Foça olarak ikiye ayrılmış durumda. Her iki kısım arasında 17 km. lik bir yol farkı var. Biz konaklama tercihimizi Yeni Foça yolu üzerinde bulunan Alize Tatil Köyünden yana kullanıyoruz. Tesis, odalarının ferahlığı ve serpe usulü zengin kahvaltısı dışında, ilgisiz tavırları sebebi ile bizde çok ta olumlu etki bırakmadı.

Fazla vakit kaybetmeden Eski Foça’ ya geçmek üzere yola devam ediyoruz. Yeni Foça’ da ücretli plajlar, cafe ve club lar mevcut. Sahil şeridinde pansiyon fiyatına yakın çadır konaklama alternatifi sunan birkaç camping te mevcut. Bu campinglere 15-20 tl lik bir otopark ödemesi yapmanız durumunda plajlarından yararlanabiliyorsunuz. Biz, denize girmek için campingler ile Eski Foça arasında kalan, yol üzerine arabanızı bırakarak patikayı takip ettiğinizde ulaşabileceğiniz, tam karşısında bir de ufak adacık bulunan şirin bir koyu gözümüze kestirdik. İnsanımız sahil kenarlarına çöp atmama konusunda biraz daha duyarlı olsaydı, daha keyifli bir dinlence yaşayabilirdik.

Akşamüzeri Eski Foça’ya geçerek Karataş’ a gidiyoruz. Sahili turlayıp yemek yedikten sonra merkezin girişinde bulunan değirmenlerden günbatımını izleyerek otelimize geri dönüyoruz. Güzel bir film keyfinin ardından sıra dinlenme vaktine geliyor elbette.


Ertesi sabah tatilimizin üçüncü ve en yoğun geçecek gününe sıkı bir kahvaltı ile başlıyoruz. Bugün gerçekten de uzun olacak. İzmir üzerinden Urla ve Karaburun yaparak dağ yollarından Çeşme2 ye varmak bu günkü amacımız.

İlk durağımız olan Urla’ ya vardığımızda biraz hayal kırıklığına uğruyoruz. Urla hiç de beklediğimiz gibi bir yer çıkmıyor. Merkezin sahile uzak kalması sebebi ile denize girmek içn 10-15 km. uzaklıktaki köylere gitmeniz gerekiyor. Biz de yakın köylerden birisinde kısa bir yüzme molasının ardından, denizi fazla beğenmediğimiz sebebi ile direkt Karaburun’ a geçme kararı alıyoruz. Ege şansımıza kudurmuş vaziyette; o dingin, çarşaf gibi koyları görebilmek pek mümkün değil. Karaburun’ da güzel bir balık keyfinin ardından Mordoğan’ a geçiyoruz. Mordoğan’ da açık deniz balıkçılığı yapıldığından, balıkçı teknelerinin kıyıya dönmesi ile birlikte restaurant larda farklı balıklar tatmanız mümkün olabilir.

Çeşme’ ye otobandan gitmek yerine dağ yollarından gitmek biraz zahmetli olsa da inanılmaz keyifli olması sebebi ile tercih edilebilir bir hal alıyor. Her bir karesi tablo gibi hafızalara kazınan bu neşeli yolculukta bizim gibi gözünüze hoş görünen koylarda yüzme molası verebilirsiniz.

Akşam saatlerinde Çeşme’ ye varıyoruz. Burada da sizi bütçenize uygun bir şekilde karşılayacak, benzer şirinlikte bir İstanbul Pansiyon bulmak mümkün. Hızlıca pansiyona yerleştikten sonra Çeşme sokaklarına atıyoruz kendimizi. Tıka basa yediğimiz öğle yemeği sebebi ile burada atıştırmalıklar ile geceye devam etmeyi tercih ediyoruz. Mutlaka tatmanız gereken süt mısır keyfi sizi kalenin karşısındaki meydanda bekliyor olacaktır. Sergileri, geç saate kadar açık dükkânları ile Çeşme, tüm cıvıltısı ile bize “Hoş geldiniz” demiş oldu. Tatilimizde dinginlik aradığımızdan gece hayatına da bulaşmamayı tercih ediyoruz.

Dördüncü günümüzde sıra Çeşme koylarını keşfe geldi. Yine sakin bir tekneye atıyoruz kendimizi. Buradaki teknelerde gördüğümüz sakinlik anlayışı Ayvalık’ takiler kadar yaygın değil. Fakat bu tarz taleplere yönelik özel localar mevcut.

Çeşme’ de eşek Adası başta olmak üzere benzer ada takımlarını gezerek bir kez daha yüzme zevkinin dibine vuruyoruz. Akşamüzeri Kumru keyfinin ardından Çeşme’ ye 10 km. uzaklıktaki Alaçatı’ ya geçiyoruz. Eğer su sporları ile ilgilenmiyorsanız Alaçatı’ yı olmazsa olmazlar arasında düşünmeyebilirsiniz. Merkezde deniz bulunmuyor. Taş evleri ve rengarenk cafeleri, birbirleriyle rengarenk bir uyum içerisinde bulunmasına rağmen yüksek fiyat politikalarının hakim olması sebebi ile Alaçatı biraz dudak uçuklatıcı kaçabilir. Damlasakızlı Türk kahvelerimizi yudumlayarak gezimizi tamamlıyor ve Çeşme’ ye geri dönüyoruz.

Beşinci günümüzde kahvaltı sonrası yine yollardayız. Bugün kültür turu ağırlıklı bir gün var bizi bekleyen. İlk olarak Efes’ e varıyoruz. Özellikle yerli turistlere gına getiren yüksek müze fiyatları ile burada da karşılaşıyoruz. “Neyse ki müze kartımız var.” diyor ve Efes gezimize başlıyoruz. Suriye’ deki Palmyra Antik kentinden yeni gelmiş olmamızdan olsa gerek Efes, hayallerimizden biraz daha uzakta kalıyor. Ara yollardaki bakımsızlık ve peyzaj eksikliği bizi üzüyor. Oldukça zayıf kalan yönlendirme ve açıklamalar mecburen elektronik rehber kiralamayı zorunlu kılıyor. Neredeyse giriş bileti kadar ek ödeme talep edilen ve Müzekartın geçmediği Yamaç Evlerini dilerseniz ayrıca da gezebilirsiniz. Ya da yöre halkının “Fazla garıştırmicen, Selçuk’ luyum dicen; geçcen,gitçen..” felsefesini kullanabilirsiniz.

Efes’ ten sonra 20 km. uzaklıktaki Şirince’ ye geçiyoruz. Şirince yeşillikler içerisinde dağ yollarından geçerek ulaşabileceğiniz adı gibi şirin bir köy. Egenin sıcakkanlı insanını her köşesinde görmek mümkün. Göz alabildiğince uzanan üzüm bağlarından elde edilen şaraplardan tadabilir, leziz gözlemeler ve ayran eşliğinde yöresel tatlar eşliğinde midenize bayram havası yaşatabilirsiniz. Taşlık köy yollarındaki fotoğraf turumuzun ardından Kuşadası’ na doğru yola koyuluyoruz bu seferde. Yol üzerinde iki şey dikkatinizi çekecektir. Birincisi Selçuk’ taki Türk Hava Kurumu. Sarı sarı dizili uçakları görünce merak edip burada kısa bir mola vererek eğitimler hakkında bilgi alıyoruz. Yol üzerinde dikkatinizi çekecek ikinci şey ise Kuşadası girişinde gözümüze çarpan Aquapark lar. Avrupa’nın en uzun su kaydıraklarına sahip olma ünvanında yarışan bu su parklarındaki en uzun su kaydırağı şu anda 257 metre.

Akşamüzeri Kuşadası’ na varıyoruz. Burada da tesisleşmenin yoğun olduğu bir bölge bulunmakta. Kadınlar Plajı adındaki bölge Şile’ nin dalgalı denizlerini aratmayan denizi ve uzun kumsalları ile boncuk gibi yan yana dizilmiş tesislerin yoğun olduğu bir alan. İlk gün yüzme dışında bir daha uğramak istemediğimiz plajdan ayrılarak konaklama amaçlı merkeze geri dönüyoruz.

Tatilimizin dış turizm açısından en öne çıkan yeri Kuşadası. Yerli turist görmeniz oldukça zor. Şehirde yabancı turist popülasyonu hakim. Bu yönde de gece hayatı, eğlence merkezleri ve yerel esnaf çoğunluğu hakim. Ayrıca özellikle yabancı turistlere yönelik hizmet veren gayrimenkul sektörü de gözümüzden kaçmadı.

Akşam merkezdeki kalede yaptığımız panoramik şehir seyri ve kahve keyfi sonrasında geç saatlere kadar şehri turluyoruz. Genel kanımız Kuşadası’ nın bekarlara hitap eder olmasının baskın olduğu yönünde.

Turumuzun altıncı ve son günüde “Bir de Kuşadası’ nın koylarını görelim.” diyerek bölgedeki tekne turlarından birisine katılıyoruz. Bu tur diğerlerinin aksine sonuçlanıyor bizim için. Maalesef sürekli kara bağlantısı olan ve az zahmetle karadan da ulaşabileceğiniz koyları geziyorsunuz. Sakin bir tekne bulmanız hemen hemen imkânsız. Tek gerçek egenin berrak denizi ve su altı güzelliği. Biz de bir kez daha kendimizi bu zenginliğe bırakıyoruz ve son günümüzün tadını çıkartıyoruz.

Akşamüzeri direkt dönüş yoluna geçiyoruz. Yolumuz uzun bu sefer. Bu uzun yolda Akhisar’ dan kavun ve çömlek alışverişi, Susurluk’ ta da ayran ve tost keyfi bize eşlik ediyor. En nihayetinde gece yarısı kürkçü dükkanımıza varıyor ve sıradaki kaçamağı ip ile çekiyoruz.